Feminist Yaklaşım

Türkiye’de kadınlar, 1926 yılında Türk Medeni Kanunu’ nun kabulü ve 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasıyla, boşanma, mirastan eşit pay alma ve çocukların velayetini alabilme gibi çeşitli haklara kavuşmuşlardır. Ancak, medeni kanun erkeği ailenin reisi ve eşini onun yardımcısı olarak tanımlamıştır. Son yirmi yılda, kadın hareketinin çabaları ve eylemleri sonucunda Türkiye’de önemli değişimler gerçekleşmiştir. Bu çabalar, dünyada kadın hareketinin yükselişi, kadın erkek eşitliğinin ve kadının insan haklarının BM kanalıyla küresel boyutta desteklenmesi ve Türkiye’ nin Avrupa Birliği’ne uyum süreci gibi oluşumlardan güç almıştır (Kardam, 2003).

Günümüzde yapılan araştırmalar Türkiye’de birçok kadının yaşamının töreler ve dini inançlar çerçevesinde biçimlenmekte olduğu, geçerli kanunlara aykırı olmasına rağmen zorla evlendirildikleri, çok eşlilik, namus cinayetleri, kadınların hareket özgürlüğünün kısıtlanması, yalnızca dini nikah kıyılması gibi uygulamaların devam ettiğini göstermektedir. Bu doğrultuda toplumsal kadın erkek eşitliğinin sağlanması için ayırımcılığın yasaklanmasının ötesine geçen bir anayasal temelin oluşturulması gerekmektedir. Olumlu ayırımcılık yoluyla, kadınlar ve erkekler arasında eşitliği sağlayacak bütün hukuki ve örgütsel önlemlerin devlet tarafından alınması zorunludur (Kardam, 2003).

Kadın Hakları Hareketi 1976 – 1985 yıllarına damgasını vurduktan sonra, bu harekete paralel olarak Feminist terapiler de gelişip büyümeye başlamıştır. Ülkemizdeki kadın hareketlerinin öncüleri olarak ilk kadın yazarımız Fatma Aliye Hanım’ ı, ilk Türk kadın hekim Safiye Ali’yi, öncü bir kadın yazar olarak modernleşme sürecinde kadınların yaşadıkları çatışmalara, iç çelişki ve gerilimlere bir uzlaşma getirmek üzere kadınlara model olabilecek kadın kahramanlar yaratan Halide Edib Adıvar’ ı, ilk kadın kimyageri Remziye Hisar’ ı, Osmanlı Türk kadını hakları savunucusu Nezihe Muhiddin’ i, ilk kadın astronomu, dekanı ve senatörü Nüzhet Toydemir Gökdoğan’ı, ilk kadın mühendis Sabiha(Rıfat) Gürayman’ ı, soyolog Mübeccel Belik Kıray’ ı, bilim tarihi araştırmacılarında Sevim Tekeli’ yi sayabiliriz (Türkiye’ de Bilim ve Kadın” Çalıştayı Bildirileri, 2007).

Feminist psikoterapinin filizlenmesi psikoloji alanından olmayıp, 1960’ larda başlayan kadın hareketi içersinde yer alan felsefeden oluşmuştur. Bu nedenlerle kendine özgü bir kişilik kuramı yoktur. Ancak, feminist teoride ortak olarak ayırt edici vurgu; İnsanın kimliğinin oluşmasında, toplum içersinde var olan cinsiyet rolleriyle ilgili kalıp yargıların ve cinsiyet tabanlı ayırımların yoğun bir biçimde etkili olmasıdır. Bu etmenler, insanların, bilişsel yapılarını ve davranış örüntülerini yoğun bir biçimde etkilemektedir (www.pdrciyiz.biz, t.y.) Feminist terapi, feminist politik felsefe ve analizleri tarafından bilgilendirilen, kadın psikolojisi ve cinsiyet temelli çok kültürlü feminizm çalışmaları etrafında şekillenen, hem terapiste hem de danışanlara duygusal, çevresel ve politik çevrelerde gerçekleşmesi öngörülen feminist direnç ve sosyal değişim stratejileri ve çözümleri bildiren terapi pratiğidir (Brown, 1994: Akt., Eyüpoğlu, 2008).

Feminist yaklaşıma göre sosyal yapının tamamlayıcıları çok katı olduğunda, insanların büyümesine izin verilmediğinde kadın – erkek arasındaki güç dengesizliğinde olduğu gibi insanlar arası ilişkilerinde bir dengesizlik olduğunda pataloji ortaya çıkar (www.pdrciyiz.biz, t.y.). Erkekler tarafından çoğunlukla kabul gören “ cinsiyet rolleri – kuralları ” kadınlara empoze edilerek, kabullenilmeye zorlanılırlar. Geleneksel kadın rol ve beklentilerine sıkı sıkıya bağlı olan kadınlar bağlı olmayanlardan daha çok depresyon ve anksiyete duyguları yaşar ve düşük benlik saygısı ile toplumsal yaşamdan kendilerini çekerler. ( Worell and Remer, 1992: Akt., http://www.pdrciyiz.biz, t.y.)

TÜRKİYE’DE FEMİNİST TERAPİ İLE İLGİLİ YAPILAN ARAŞTIRMA, MAKALE, TEZ VE RAPORLAR

“Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme Anlayışı” adlı makale

Cinsiyete duyarlı bütçeleme anlayışı, kadınların toplumda statülerinin yükseltilmesine yönelik bir uygulamadır. Bu anlayışta kadın ve erkekler arasında ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik olarak devlet bütçeleri önemli fonksiyonlar üstlenmektedir. Cinsiyet ayrımcılığının önlenmesi ve toplumda kadının statüsünün yükseltilmesi çalışmaları, günümüz modern toplumlarının üzerinde ciddiyetle durduğu faaliyetler arasındadır. Bu doğrultuda birçok ülkede hukuki anlamda kadının haklarını koruyucu yeni bir takım düzenlemeler getirilmekte ve kadın-erkek ayrımcılığına yol açan çeşitli aksaklıklar bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. İlk defa Avustralya’da uygulamaya konulmuş cinsiyete duyarlı bütçeleme anlayışı ile günümüzde birçok ülkede ve ülkemizde bu yönde çalışmalar yürütülmektedir. Bu doğrultuda birçok ülkede hukuki anlamda kadının haklarını koruyucu yeni bir takım düzenlemeler getirilmekte ve kadın-erkek ayrımcılığına yol açan çeşitli aksaklıklar bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Bu tekniğin temel mantığı, devletin mali araçlarını ve özellikle bütçesini kullanarak toplumda kadının daha fazla söz sahibi olmasını ve cinsiyet ayrımcılığının önlenmesini teşvik etmektir (Tüğen ve Özen, 2008).

Feminist terapide uygulamacılar feminist terapinin temel ilkelerinin benimsedikleri feminist felsefeye ve kuramsal oryantasyonuna bağlı olarak yorumlamaktadırlar. Bu felsefelerin tümü toplumdaki değişimi etkilemenin en etkili yolları konusunda görüşeler sunmuşlardır. Bu felsefeler arasında yer alan liberal feministler, iş ortamında ve sosyal çevrelerdeki yanlı tutumların azalması ile kadın ve erkek arasındaki farklılıkların daha az sorun yaratacağını düşünürler (Corey, 2008). Bu makalede yer alan cinsiyet ayrımcılığının önlenerek kadının sosyal yaşamda daha fazla ön plana çıkmasına yönelik iktisadi düzenlemeler feminist terapinin bu bağlamında ilişkili olabilir.

Travma Yaşantısı Olan Kadınlarda Grup Psikoterapisinin Etkililiği (Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Yürütülen Bir Pilot Çalışma) Adlı makale

Bu çalışmanın amacı: Bu çalışmada kronik seyirli Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) tanısı almış etnik farklılıklara ve cinsiyete duyarlı bir yaklaşımla yapılan psikoterapi modelinin etkinliğinin değerlendirilmesidir.

Yöntem: Çalışmaya Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan TSSB tanısı almış veya ağır TSSB semptopmları olan 33 kadın olgu alınmıştır. Olgulara Travma Sonrası Stres Tanı Ölçeği Olayın etkilerini değerlendirme ölçeği, Stresle Başaçıkma Tarzları Ölçeği ve travma yaşantılarının özelliklerini kapsayan sosyodemografik form uygulanmıştır. Çalışma süresi ayda iki tam gün(12 saat), toplam 60 saati tamamlayacak şekilde 5 aydır.

Bulgular: Olguların yaş ortalaması 31.8 (± 6.7) idi, %91’i TSSB tanısı almaktaydı. %76’ sının travmatik yaşantısı birden fazlaydı ve %91’ i şikayetlerinin üç yadan uzun zamandır sürdüğünü belirtmiştir. Çalşıma sonunda olguların ¾’ünün TSSB tanısı ortadan kalkmıştır. Uygulanan ölçeklerin semptom şiddeti, işlev kaybı, TSBB tanıları ön-son test sonuçları arasında semptomların iyileşmesi yönünde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmaktadır (p<0.05). Uygulanan model terapinin sonuçları açısından etkili görünmektedir.

Sonuç: Çoğul ve uzun süreli travmatik etkenlere maruz kalan ve TSSB tanısı almış kadınlarla yapılan, cinsiyette duyarlı bir grup psikoterapi uygulamasının etkin olduğu gözlendi. Bir kadın merkezinin işbirliği ile yapılan bu çalışma, TSSB tanısı alanlarda, farklı terapi modellerinin bütünleştirildiği, heterojen, etnik yapı ve cinsiyete duyarlı yaklaşımıyla, ülkemizde örnek bir model oluşturmaktadır. Kullanılan tedavi modelinin TSSB tanısı alan kadınlarda, iyileşme ve iyileşmenin devamı lehinde sonuçlarının olduğunun görülmesi aynı konuda yapılacak çalışmalarda etkili bir model olacağını göstermektedir. Sonuç olarak TSSB tanısı almayan %9’ luk grup tedavi sonunda %91’ e yükselmiştir.

Çalışmada yer alan olgularda aile içi şiddet, çocukluk çağı cinsel tacizi, tecavüz yaşantısına ilave olarak, yaşanılan bölgenin coğrafi yapısı, etnik ve kültürel özellikleriyle bağlantılı (savaş, silahlı çatışma, gelenek, töre) travmatik yaşantılar da görülmektedir. Bu bölgede yaşayan kadınlar töre baskısı altında yaşar ya da yaşamaya zorlanırlar. Kadın kimliği sadece eş ve anne olmakla sınırlı kalır. Ayrıca kız çocuklarının çok erken yaşta evlendirilmesi, berdel (aileler arasında kadının değiş tokuşu) ve baskılar nedeniyle kadınlar arasında intiharlar (veya intihar gibi gösterilen cinayetleri), savaş ortamı, savaşın her iki tarafının yaptığı baskılar sıklıkla görülmektedir.

Bu çalışmada grup sürecinde psikodrama, bilişsel terapi, psikolojik değerlendirme cinsiyete duyarlı bir yaklaşımla grup terapisi yapılmıştır. Kadınların yaşadıkları travmatik olaylar sonucunda geliştirdikleri travmaların azalmasına yardımcı olunmuştur. Grup sürecinde travmatik yaşantılar sonucunda ortaya çıkan ortak zorlukların belirlenmesi, bunların hayatlarına etkileri değerlendirilmiştir. Psikodrama tekniğinden de yaralanılmıştır. Bu çalışmada yer alan olguların ortak özelliği “kadınlık rolü” ve “travma yaşantısı”dır. Cinsiyete duyarlı yaklaşımlı travma grup terapisinde amaç kadınların travma belirtilerinin ve acıların azalması, kendine güven duygusu ve umudun artması, kişisel kaynakların gelişmesi, sosyalleşmenin artmasıyla kendi gücünün fark edilir olması amaçlanmaktadır (Sezgin, 2003). Burada Feminist terapi ile burada benzerlikleri bulunmaktadır. Feminist terapinin de terapötik süreçte amacı; sosyal etkenlerin yaşamaları üzerinde etkilerini değerlendirme, kişisel ve sosyal güç duygusu geliştirme, cinsel ayrımcı, baskıcı toplumsal inançların ve uygulamaların kendilerini nasıl olumsuz şekilde etkilediğini anlamadır (Corey, 2008). Bu anlamada burada benzerlikler bulunmaktadır.

“Ruh Sağlığı ve Bozukluklarının Sosyolojisi” adlı makale

Psikiyatri ve psikiyatrik bozukluklar, epidemiyolojik ve etiyolojik özellikleri yönünden sosyal bilimlerle yakından ilişkilidir. Sosyologlar ruh sağlığı ve bozuklukları konusunda beş temel bakış açısı belirlemiştir: Sosyal nedensellik, sosyal tepki, eleştirel kuram, sosyal yapısalcılık, sosyal gerçeklik. Sosyolojinin ilgi alanına sosyal sınıf, cinsiyet, yaş, ırk ve etnisite, psikiyatrik tedavilerin özellikleri, etik konular, hastaneler ve mesleklerin özellikleri girer.

Ruh sağlığı ve bozukluklarıyla ilgilenen sosyologlar açısından temel soru, sosyal düzenlemelerin ruh sağlığını nasıl ve ne kadar etkilediğidir. Bu sorunun yanıtını bulmak için, sosyologlar sosyal güçlerin olumsuz sonuçları kadar, olumlu sonuçlarını da ortaya koymalı;  bireysel düzeydeki sonuçlardan sosyal düzeye doğru yönelmelidir. Sosyal sınıf ve sosyoekonomik düzey ile kötü ruh sağlığı arasında ilişki kurma çabaları sosyal psikiyatri ve sosyolojide başat bir eğilim olmuştur. Ancak tek değişken sosyal sınıf değildir; cinsiyet, yaş, ırk, göçmen olma gibi değişkenler de vurgulanır.

“Cinsiyet ve Psikiyatrik Bozukluklar”

Kadınlara özellikle anksiyete ve diğer nevrotik bozukluklar olmak üzere daha çok psikiyatrik tanı konur. Toplum araştırmaları  depresyon ve nevrotik bozuklukların kadınlarda daha yüksek oranda olduğunu gösterir. Evli kadınlarda sıkıntı yaşantısı daha yüksek orandadır. Bu bulgular üç biçimde kategorize edilebilir bunlar; sosyal nedensellik, hatalı değerlendirme ve sosyal damgalamadır. Sosyal damgalama da soru “Kadınlar erkeklerden daha çok mu damgalanır?” dır. Bazı araştırmacılara göre, kadınlar annelik ve ev hanımlığı gibi stereotipik cinsiyet rollerine uymada yetersiz kalırsa, ruh hastası olarak etiketlenmeye daha yatkın duruma gelir. Psikiyatride ve tıpta erkek üstünlüğü vardır ve feminist yazarlar bunun önemini vurgular. Kültüre bağlı olarak değişmekle birlikte, ‘sağlıklı kadın’ daha uysal, daha az bağımsız, daha kolay etkilenen, daha az saldırgan, daha az yarışmacı, görünümünde daha özsever, daha az nesnel olarak düşünülür (Doğan, ve Kocacık, 2006).

Feminist terapi kadınlara toplumsal cinsiyet rolleri beklentilerinin bir insanın kimliğini doğumdan itibaren derin şekilde etkilediğini ve yetişkin kişiliğinde derinlere kök saldığını vurgular. Geleneksel rolleri reddederek belli tarzda davranmaya bağlanmaya karşı çıkan feminist terapistler,  ruh sağlığı yerinde olan bireylerin özellikleri ile ilgili erkek kaynaklı sayıtlılara meydan okumuşlar ve birtakım önemli sorular yöneltmişlerdir. Bunlardan biri  “Toplumumuzda erkeklere oranla niçin kadınlara daha sık depresyon teşhisi konmaktadır? (Corey, 2008). Bu bağlamda bu makalede bulunan cinsiyet ve psikiatrik bozukluklar ile feminist kuram ile bağ kurulabilir.

“Anksiyete Bozukluklarında Cinsiyete Göre Semptom Farklılıkları” adlı tez

Bu çalışmanın amacı: Bu çalışmada anksiyete bozukluğu tanısı almış hastalarda cinsiyete göre semptomların dağılımı ve farklılıkların değerlendirilmesi amaçlanmıştır

Gereç ve Yöntem: Polikliniğimize altı aylık süre boyunca ayaktan başvuran toplam 201 (141 kadın, 60 erkek) anksiyete bozukluğu hastası çalışmaya alınmıştır. Bu çalışmada Sosyodemografik Veri Formu, Psikiyatrik Hastalıkların Tanı ve Sınıflandırması El Kitabı-4’e göre Eksen 1 bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği,n Yaygın Anksiyete Bozukluğu Değerlendirme Ölçeği, Yale Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği, Panik Agorafobi Ölçeği, Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği kullanılmıştır.

Bulgular: Çalışmaya alınan anksiyete bozukluğu hastalarının kadın/erkek oranı 2,35’di. Çalışmamızda Beck Depresyon Ölçeği, Panik Agorafobi Ölçeği, Durumluk Kaygı Ölçeği ve Sürekli Kaygı Ölçeği puanlarının şiddeti kadınlarda erkeklerden anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeğinde somatik belirtiler ve depresif mizaç alt ölçek puanları, kadınlarda erkeklerden anlamlı düzeyde yüksek çıkmıştır (p<0,05). Panik bozukluk hastalarında, kalp sistemi belirtileri erkeklerde kadınlardan anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Obsesif kompulsif bozukluk hastalarında en sık gözlenen obsesyonlar kirlenme obsesyonları; en sık gözlenen kompulsiyonlar ise temizleme-yıkama kompulsiyonlarıydı. Her iki cinsiyette de en sık eştanı ortalaması obsesif kompulsif bozukluk hastalarında görülmüştür.

Sonuç: Bu çalışmadaki bulgular, genel olarak anksiyete bozukluklarının kadınlarda daha ciddi belirtilerle seyrettiğini düşündürmektedir. Anksiyete bozukluklarında cinsiyet farklılıklarını araştıran kapsamlı çalışmaların gerekliliği halen devam etmektedir. Anksiyete bozukluklarında cinsiyete göre farklılıkların iyi tanınması, klinisyeni eştanı, belirtilerin ciddiyeti ve bozukluğun değişik görünümleri konusunda uyanık tutacaktır. Ayrıca tedaviye yönelik girişimlerde daha uygun kararlar alınabilecektir.

“Anksiyete Bozukluklarının Psikolojik Modellerinde Cinsiyet Farklılıkları”

Çalışmada cinsiyet rolü bakış açısı başlığı altında cinsiyet rolleri yaklaşımı kültürün erkeksilik, kadınsılık özelliklerine odaklanmaktır. Bir çalışmada 11 ülkedeki erkeksilik/kadınsılık puanları karşılaştırılmıştır (yüksek erkeksilik özellikleri baskın ülkelerde,  toplumsal cinsiyet rolleri belirgin olarak ayrışmıştır). Yüksek derecede erkeksilik, toplumdaki agorafobi sıklığının fazla olacağını öngörmektedir.

Bağlanma ve şema teorisinde ise feminist neopsikoanalitik teori, bağlanma teorisinin cinsiyete özgün bir uyarlamasını mümkün kılmıştır. Buna göre çocukların yaşamındaki birincil bağlanma nesnesi çoğunlukla bir kadındır (anne) ve otonomi gelişiminde cinsiyet farklılığı için bir kaynak oluşturur. Bu perspektiften bakılacak olursa, anne-kız çocuk sembiyotik ilişkisi erkeklerinkine göre daha uzun süreli, kalıcı ve yoğundur. Sonuç olarak kızlar bireyleşme ve ayrılmayla ilgili daha çok sorun yaşamaktadırlar (Bal, 2010).

“Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Siyasal Tutumlar: Sosyal Psikolojik Bir Değerlendirme”

Siyasete ilgi göstermek, bu hususta duyarlı ve bilgili olmayı gerektirir. Ancak siyasetten dışlanma, özellikle kadınlarda bilgi eksikliğine yol açabilir. Cinsiyet rol sosyalleşmesi, sosyo-ekonomik değişkenler ve eğitim düzeyi, medeni durum, meslek gibi durumsal değişkenler ile mevcut siyasal yönelim siyasetteki cinsiyet ayrımının oluşmasına ve kalıcılaşmasına sebep olmaktadır. Bu çalışmada siyasal tutumlarda gözlenen cinsiyet ayrımına ilişkin kuramsal tartışmalar ele alınmaktadır. Söz konusu cinsiyet farklarının olası nedenleri ve doğurguları tartışılmıştır. Siyasal yaşamda kadınların en az erkekler kadar katılma teşvik edilmeleri ve edilgen konumlarını terk etmeleri gerçek ilerlemenin anahtarı gibi görünmektedir.

Kadınlar sayıca dünyanın yarısından fazlasını oluştursalar da kendilerine yüklenen bazı olumsuz kalıp yargılar sonucunda, kadınlar, politik, ekonomik ve sosyal güç açısından erkeklere göre zayıf konumda kalmakta ve ayrımcığa uğrayan cinsiyet olmaktadırlar

Siyasi etkinliklere kadınların erkeklerden daha nadir katılımı için pek çok gerekçe sıralanabilir. Bunları dört temel kategoride toplamak mümkündür (Wintringham, 2005): Ailevi sorumluluklar, katılım için gerekli eğitim ve beceri noksanlıkları, ayrımcılık ve cinsiyet rolü sosyalleşmesi. Gerçekten, özel yaşamlarındaki ağır yükümlülükleri nedeniyle kadınlar, diğer pek çok etkinlik gibi siyasete de ayıracak zaman ve enerji bulamamaktadırlar.

Buradaki cinsiyet rolü sosyalleşmesi politik cinsiyet ayrımı için en kapsamlı açıklamayı sunuyor gibi görünmektedir. Kızlar ve erkeklerin uygun davranışların neler olduğuna dair toplumdan aldıkları farklı dersler, siyasete ilişkin tutum ve davranışlarını farklı kılmaktadır. Siyasetin kadınlar için pek de uygun olmadığının yaygın kabulü, cinsiyet ayrımının durağanlaşmasına önemli bir katkı yapıyor gibi görünmektedir.

Bu çalışmada yer alan incelemelerde Sosyal rol Kuramı da incelenmiştir. Sosyal ve siyasal davranış ile tutumlarda gözlenen kadın ve erkek farklılıklarının, erkeklerin ve kadınların farklı sosyal roller üstlenmelerinden kaynaklandığını ileri sürmektedir Erkeklerin kaynak sağlama görevinde başarılı olabilmeleri için özgüven, girişkenlik gibi özellikleri kazanması gereklidir ve toplum da bunu destekler. Tanımlanan geleneksel rol kavramı çerçevesinde günümüzde bile birçok toplumda kadınların, iş gücünün önemli bir parçası olmalarına rağmen, erkeklere göre daha az söz söyleme hakkına, güce, statüye ve kaynaklara sahip oldukları görülmektedir. Erkeklere göre daha az ücret almakta ve örgütsel hiyerarşide üst seviyelere nadiren ulaşabilmektedirler. Cinsiyete dayalı iş bölümü ayırımı, tipik cinsiyet özelliklerini de yapılandırmaktadır. Kadınlar kendilerinden beklenen toplumsal ve evle ilgili rollerde başarılı bir performans göstermek için kendilerine özgü durağan kalıp yargısal davranışlar geliştirmektedirler. Bu sorumluluklar kadınların siyasal katılım için cesaretlerini kırıcıdır.

Bu makale de görüldüğü gibi kadınların sosyal rol kuramına göre ve sosyal rol kuramına göre siyasette niye etkin olmadıkları incelenmiştir. Buna göre toplumun belirlediği toplumsal roller kadınları daha çok siyasetten uzak tutmuştur. Feminist terapinin temel kavramlarına bakıldığında burada da toplumsal cinsiyet rolü beklentilerinin bir insanın kimliğini etkilediğini, kız çocukların daha tipik olarak “sevimli, duyarlı, uslu, iken erkek çocukları ise güçlü dayanıklı ve cesurdur” şeklinde görmemize neden olur. Bu da bu çalışmada kadınların siyasette etkin olmayışlarının sebepleriyle bağlantılıdır (Güldü ve Ersoy-Kart, t.y. ).

“Aile Terapilerinin Feminist Teori Açısından İncelenmesi” adlı makale

Aileye ve aile sorunlarına ilişkin farklı perspektifleri bünyesinde barındıran aile terapisi literatürü, aileye ilişkin büyük bir birikimi olan feminist teoriden uzak kalamamıştır. Bu çalışmada, aile terapisinin temel kavram ve hareket noktalarının feminist teori açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, aile terapisine ilişkin genel bilgiler aktarıldıktan sonra, aile terapisinde toplumsal cinsiyet, aile terapisinin teorik temelleri, aile kavramı ve aile içi roller feminist bir bakış açısıyla değerlendirilmiş, feminist teorinin aile terapisi disiplininde bulunduğu nokta ortaya konmaya çalışılmıştır.

Aile terapisinin gelişim sürecinin ve temel varsayımlarının ele alındığı bu çalışmada, odak feminist teorinin aile terapisi alanına getirdiği özgün katkıların tartışılmasıdır. Feminist teori, aileye ve toplumdaki egemen yapıya getirdiği eleştiriler ile aile terapisi alanı ile doğrudan bağ kurma ihtiyacı duymuştur. Tüm bilgi birikimine rağmen feminist kuramın aile terapileri alanında sınırlı bir şekilde etkinlik gösterdiği ifade edilmektedir. Bu durumu Werner- Wilson ve arkadaşları iki temel nedene bağlamışlardır; birincisi bu eleştirilerin deneysel destekten yoksun olması; ikincisi ise, terapistlerinin, feminist terapinin erkeğe karşı kadın ile ittifakı içerdiğine yönelik inancıdır. Goodrich ve diğ.(1998)’e göre, Feminist terapi bu açıdan erkek karşıtı olmakla suçlanmaktadır (akt.Werner-Wilson,1999). Ancak, Werner -Wilson ve diğ.,(1999) yaptıkları araştırmada, terapide feminist ilkeler uygulandığında, erkek ile terapist arasındaki terapötik ilişki pozitif bir gelişim sağlamış; kadın ile terapistin arasındaki terapötik ilişkide ise belirgin bir fark olmamıştır. Bu açıdan, araştırmanın sonucunda, aile terapisinde feminist ilkeleri kullanmanın erkekleri güçlendirdiği, kadınlara da adaletsiz bir avantaj sağlamadığı bulunmuş, yani belirtilen eleştirilerin geçerli olmadığı görülmüştür. Feministler, bireysel yaşantıları her zaman sosyal ve kültürel (dolayısıyla politik) konularla bağlantılandırmışlardır (Segal, 1994).

Günümüzde, feminist temelli aile terapisi, aile terapisinin kültürel revizyonunu içermekte ve terapide ırk, kültür, toplumsal cinsiyet, sınıf, cinsel yönelim gibi çoklu ve etkileşimli değişkenlerin dikkate alınmasını gerektirmektedir. Feminist teorisyenler aile terapilerinin politik alanda üstlendiği işlev ve tedavi sürecinde sergiledikleri yaklaşım açısından değerlendirmesini yaparak, bu alana büyük katkı sağlamışlardır. Feminist teori, aile tedavisi sürecinde kadın deneyiminin daha fazla duyulur olması ve terapistin ve terapötik sürecin patriarkal kabuğunun kırılmasında önemli bir yere sahiptir. Halen eksiklikler ya da ihmaller olsa da, 1980’lerden itibaren feminist bilgi birikimi, aile terapisi alanına büyük katkılar yapmıştır, yapmaktadır. Terapistlerin rollerinin sorgulanması ve terapinin toplumsal cinsiyete duyarlı hale getirilmesi, feministlerin tartışmalarının ana başlıklarını oluşturmaktadır. Aile terapilerinin halen toplumsal cinsiyet eşitliğine dair kat edecek yolu vardır, ancak bu konuda en azından yaygın bir farkındalık oluştuğu söylenebilir. Feminist kavramların ve ilkelerin pratiğe aktarılmasında karşılaşılan engellerin ortadan kaldırılması için daha fazla farkındalık ve duyarlılık gerekmektedir (Polat-Uluocak ve Bulut, 2011).

“Türkiye’ de Akademik Düzeyde Kadına Yönelik Kurumsallaşma” adlı makale  

            Kurumsallaşma; kadın-erkek eşitliği konusundaki eşitsiz uygulamaların ortadan kaldırılması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, devlet tarafından kadınların özel alandan kamusal alana geçişlerini kolaylaştırıcı özel önlemlerin alınması, kadınların toplumsal, ekonomik, siyasal haklarını erkeklerle eşit olarak kullanmalarının sağlanması için devletin gerekli politikaları oluşturması ve bütçe tahsislerinin olumlu bir şekilde yeniden yapılandırılması da dahil olmak üzere tüm uygulamaları kapsamaktadır.

Batıda, kadın çalışmalarının kurumsallaşması; kadınlar hakkında yapılacak araştırma ve çalışmaların kadınların yaşamları üzerinde olumlu etkiler yapacağına olan inançla; kadınların görünür kılınması, sesinin duyulması ve bugüne kadar kadınların dışında bırakıldığı alanlardaki deneyimlerinin açığa çıkarılması amacıyla başlatılmıştır. Üniversite düzeyinde ilk kez 1977’de Amerika Birleşik Devletleri’ nde (ABD) açılan kadın araştırmaları ve çalışmaları bölümleri hızlı bir gelişme göstererek artmıştır. Toplumsal cinsiyet çalışmaları ve araştırmaları kategorisi daha çok 1980′ lerde kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca, sınıf, ırk gibi değişkenlerin analizlerde kullanılmasının disiplinler üzerinde daha köklü değişikliklere yol açacağı tartışılmaya başlanmıştır. Avrupa’da ise kurumsallaşma çalışmaları 1970′ lerde başlamış, 1980′ lerde disiplinlerarası bir niteliğe kavuşarak yüksek lisans ders programlarına girmiştir. Ayrıca, üniversitelerde araştırma merkezleri kurulmuş, geleneksel disiplinlerden gelenler daha önce feminist kabul edilen konuların araştırmalar kanalıyla müfredata girmesini sağlamışlardır.

Türkiye’de ise 1980′ lerin başındaki feminist hareketin gelişimi ile kadın grupları oluşmuş, bu gruplar makaleler ve yayınlar yaparak kadın konusundaki tartışmaları gündeme getirmişlerdir. Bu hareket, aynı zamanda üniversitelerde toplumsal rollerin sorgulandığı ve bu konuda oluşturulmuş kalıp yargıların sarsılmasında payı olan derslerin verilmesine yol açmıştır. Türkiye’de kadın konusunda yapılan çalışmalar, sosyal bilimciler tarafından, 1920-1930′ larda Kemalist devrimler, 1940-1950′ lerde köy monografileri, 1960-1970′ lerin başında doğurganlık çalışmaları, 1970′ lerde kadın sorununa değişik yaklaşımlar ve 1980′ lerde de feminist çalışmalar olarak beş dönemde incelenmektedir.

Üniversitelerde kurulan araştırma merkezlerinin itici gücünü hem feminist bilinç ve bilgi, hem de onun üreticisi olmak oluşturmakla birlikte, kurulan Araştırma Merkezlerinin adında feminist ifadesi yer almamış, Kadın Çalışmaları bölümleri olarak tanımlanmışlardır. Yalnızca, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ nde (ODTÜ) kurulan bölüm, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları adını taşımaktadır.

Üniversitelerde kadın konusundaki kurumsallaşma iki grupta gerçekleşmiştir. Birinci grupta; Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezleri adı altında kurulan ve farklı disiplinlerden, özellikle sosyal bilimlerden akademisyenlerin yer aldığı toplumsal cinsiyet, kadının sosyal ve ekonomik statüsü, eğitim, şiddet, sağlık gibi konularda araştırmalar yapan merkezler; ikinci grupta ise, Üniversitelerin Sosyal Bilimler Enstitülerine bağlı olan Kadın Çalışmaları Anabilim Dalları yer almaktadır (Çilingiroğlu, 2001).

TOPLUMSAL CİNSİYET VE FEMİNİZM KURAMINA GÖRE TÜRKİYE’ DEKİ REKLAM FİLMLERİ VE POPÜLER MÜZİK VİDEOLARI

Medyanın ürünleri arasında özellikle reklam filmlerini incelediğimizde, konumuz itibari ile kadın bakış açısına göre “sorunlu” olarak adlandırabileceğimiz tanımları incelemek, toplumda başat olan cinsiyetçi bakış açısını pekiştiren, kadınlık rollerine ilişkin temel tanımları üreten, kadınlığı belli şekil ve yaşam tarzları içerisine sıkıştıran çeşitli sayıda reklam filmleri ve popüler müzik videoları inceleme konumuz içine girecektir.

Kadınlar içerisindeki farklı konumlar ve yaşam biçimleri yansıtılmayarak, kadını sadece “kötü kadın”, “nesne olan kadın” ya da “iyi kadın”, “anne ve iyi eş olan kadın” kategorilerinde inceleme şansı veren çoğu reklam filminde, toplumsal dinamiklere bağlı olarak kadının yaşamındaki değişmeler ve yeni sorunlar ihmal edilmektedir. Kadın genellikle ev içi işlerde mutfak, banyo, temizlik, yemek yapma, çocuk bakımı, eş bakımı, evi ile ilgilenen, maddi ve manevi olarak eşinden beslenen bir varlık olarak sunulmaktadır. Kadının medyada en önemli temsili, annelik ve eşliktir. Burada karşımıza çıkan unsurlar, temizlik yapma ve ev bakımı, yemek yapma, çocuk bakımı ve maddi olarak eşe bağımlılık dikkat çekmektedir. İncelenen reklam filmlerinde kadınlar genellikle güzel, bakımlı, sağlıklı ve formdadır. Çünkü, toplumsal cinsiyet rolleri ile bağlantılı olarak bir kadın erkeğini elinde tutabilmek için daima bakımlı, güzel, süslü ve becerikli olmalıdır. Ev içi ortamda karşımıza çıkan bu kadınlar genellikle ev işi yapmak, yemek yapmak ve çocuk bakımıyla ilgilenmekten oldukça keyif almakta ve eşinin maddi jestleri onu oldukça sevindirmektedir. Evlilik kadının beklediği en önemli olaydır ömrü boyunca bunu bekler ve kadın bu şekilde ödüllendirilir. Özellikle reklam filmlerinde dikkat çeken birkaç slogan şöyledir: “Vücudun formda, saçların dolgun olmalı”, “Başarılı olmak için çok çalışmalısın.”, Erkeğin desteğini arkana almalısın.”, “Ne yaparsan yap, erkeklerden geride olmayı kabul etmelisin.”, Erkeği memnun etmelisin.” gibi mesajlar çeşitli reklam filmlerinde, dizilerde, dergilerde, tv programlarında, filmlerde vb. yayınlarda rastlanan mesajlardır.

Atasay Pırlanta / Evlilik Teklifi – Şu Kadarcık

“Şu kadarcık” serisinin üçüncü bölümü olarak adlandırabileceğimiz kısa reklam filminde ise, küçük bir erkek çocuğu babasından annesine tek taş almasını istemektedir. Çocuk babasına, geçmişte annesine hiçbir zaman tektaş almadığını hatırlatır ve artık bu anneler gününde annesine tektaş almak için babasından borç para istemektedir. Burada vurgulanan önemli nokta ise küçücük çocuğun bile artık annesinin yaptığı bunca şeyden sonra bir tektaşı hak ettiğini vurgulamaktır. Çünkü babası annesinin hiçbir önemli gününde (doğum günü, doğum yaptığı gün, evlilik yıl dönümü vs.) onu takdir etmek için bir tektaş almamıştır. Çocuk babasına tektaş yüzüğü anlatırken de “Şu kadarcık” bir şey alsak yeter demektedir. Arkadan reklamın öğüdünü pekiştiren sözler  başlar. Kadın, “Hadi babalar, Atasay’a gelin, O’na şu kadarcık birey alın. Tektaş alın, anneler gününde tektaş alınır.” Demektedir.

Bosch Ankastre

Kadının ev ve mutfak ile özdeşleştirildiği bir reklam filmi olarak Bosch Ankastre örneği oldukça etkilidir. Genç bir kadın ve erkek bir apartman dairesine girerken konuşmaya başlarlar, kadın iç mimar konumunda gözükmekte ve erkek onu evi hakkında fikir vermesi için evine götürmektedir. Kız “Projeyi beğenmezsem yapmam” der. Adam, “Tamam, kabul” eder, içeri girerler ve kız şaşkınlıklar geçirmeye başlar. Çünkü, evin içindeki her şey ultra lükstür. Özellikle mutfakta yapılan çekim, ankastre beyaz eşyalarla doludur ve adam zaten kızı etkilemek için bunları göstermektedir. Kız evi çok beğenir ve çocuğa kendisinden ne yapmasını istediğini sorarak, şaşkınlıkla “Bu evin ne eksiği var?” der. Çocuk bu soruyu evlenme teklif ederek yanıtlar ve “Eksik sizsiniz hanımefendi.” diye devam eder. Tam bu anda kız elindeki bardağı düşürür. Tüm bu olayların geçtiği mekan mutfaktır ve gerçekten de o evde ve mutfakta tek eksik bir kadındır. Çünkü bir evin olması yetmez, içerisinde o mutfakta görev alacak bir kadına ihtiyaç vardır. Tüm bunların yanı sıra dikkat çekilen diğer bir husus da hiçbir kadının bu kadar güzel bir eve ‘hayır’ diyemeyecek olmasıdır. Bu reklamın müziğini gitar, piyano ve yaylı sazların çalımları süslemektedir.

Beko Minibig /Topak topak

Geleneksek olarak erkeklere atfedilen teknolojik aletler, bilgisayar, tv, telefon vb. ürünler arasında, önemli örneklerden biri olarak Beko minibig reklamları karşımıza çıkmaktadır. Ev içerisinde masa başında oturan bir kız ve bir erkek vardır. Kız topak topak çok şirin bir kediden bahsetmekte, devamlı konuşmaktadır. Çocuksa kızı dinler gibi yaparken, kafasında minibig ürününü imgelemektedir ve kızı dinlemez.

Profilo Bulaşık Makinası

Reklamın tamamı mutfakta geçmektedir. Genç bir erkek bir gece önceden dağılmış olan mutfağı toplamakta ve kirlileri bulaşık makinesine yerleştirmektedir. Bu sırada durmadan kız arkadaşına, yaptığı yemeklere ve dağınık yemek lekesi dolu bulaşıklara söylenmektedir. “Anlamıyorum ki nereden çıktı bu kurs” diyerek sinirlenmektedir. Bir yandan dün gece yapılan sufle kabı vs gibi kirlileri bulaşık makinesi hızlı hızlı koyuyor, bir yandan “hanımefendi yemek kursuna başladı, olan bize oldu” diye laflar söylüyor. “Aç kaldığımız yetmiyor, bide…” derken kız arkadaşı eve geliyor ve kadın “hayatım, bugün süper tarifler öğrendim” diyor. Adam yüzünde alaycı bir gülümsemeyle “ne güzel” diyor. Burada vurgulanan hem adamın kadının yaptığı yemeklere söylenerek zaten kadının görevi olan ve onun en güzel şekilde yapılması beklenen şeyde nasıl olur da başarılı olamaz, hem de geleneksel olarak erkeğin yerinin mutfak olmadığını vurgulayan adamın sözleridir. Çünkü erkek mutfağa ait değildir, zaten elinden gelmez, bırakın yemek yapmayı mutfağı toplaması da oldukça saçma bir iştir. Bu yüzden zavallı adam birçok zorluğa katlanmaktadır. Arkadan gelen ses ise “Bu hayatta herkes Profilolar kadar dayanıklı olmalı.” diyerek verilmek istenen mesajı pekiştirmektedir.

Medyada en etkili sunumlardan biri den popüler müzik videoları ile gerçekleşmektedir. Türkiye’de yayımlanan popüler müzik videoları üzerinde yapılmış olan bu araştırmada reklam filmlerinde olduğu gibi kadının ve erkeğin çeşitli toplumsal cinsiyet konumları belirlenmiştir. Müzik videolarında kadın vücudu bir arzu nesnesi olarak yansıtılarak bedeni ile varolan kadın imajı kuvvetlendirilmektedir. Erkeklerin konumu ise bunun tam ters bir yapılandırmaya sahiptir. Özellikle Türkiye’de bu konumlandırmalara sahip birçok müzik videosu gözlemlenmektedir. Bu örnekler arasında erkek müzisyenlerden Serdar Ortaç oldukça etkili bir isimdir. Serdar Ortaç’ın ilk videosu olan ‘Karabibirem’ adlı şarkısı, ‘Canıma Minnet’, ‘Dansöz’, ‘Kabahat’ adlı şarkıların videoları bahsetmiş olduğumuz toplumsal cinsiyet kalıplarına uygundur. Kenan Doğulu’nun ‘Tükendim Ben’, ‘Ben Güzelden Anlarım’ adlı videoları, Murat Boz’un ‘Püf’, ‘Aşkı Bulamam Ben’ adlı videoları, İsmail Yk’nın videoları incelenen örnekler arasındadır. Kadın şarkıcılardan birkaç örnek vermek gerekirse; Nez’in videolarında, Tuğba Ekinci’nin ‘O Şimdi Asker’ adlı videosunda, Gülşen’in ‘Ezber Bozan’, ‘Bir An Gel’ adlı videolarında, Demet Akalın’ın ve Bengü’nün videolarının çoğunda, Hande Yener’in en son videosu ‘Sopa’ ve diğer birçok videosunda Türkiye’deki popüler müzik yapan müzisyenlerin çoğunun videosunda ‘kötü kadın’ imajını ve cinsiyet sınıflamasını görmek mümkündür.  Bu şekilde oluşturulmuş olan toplumsal cinsiyet yapılandırmalarına kadınlar açısından baktığımızda “iyi kadın” ve “kötü kadın” kategorileri belirlenirken, erkekler de “hakimiyet kuran erkek” ve “güç sahibi erkek” görünümü yaygın olarak belirlenmiştir (Çak-Ersoy, 2010).

Reklamlarda önemli ölçüde kadınlara hitap eden ürünler sunulmaktadır. Reklamlarda sunulan güzel kadın imajı gerçek hayatta kadınların bunalıma girmesine sebep olmaktadır. Bazı kadın programları tarafından kadınların düşünce ve duygu dünyaları belirlenmeye çalışılmaktadır fakat kadının sesini duyurmak adına yapılan programlarda kadın küçük düşürülmektedir. Dinleyenlerin acıma duyguları reyting uğruna kullanılmaktadır (Çimen, 2008).

 “Gelişen Türkiye’ de Kadının Rolü ve Etkinliği”  Üzerine I. Ulusal Kadın Kongresi’ nde Ekonomik Alanda Kadın ve İstihdam sorunları Üzerine Yapılan Konuşma

Kongrede yer alan konuşmaların bulunduğu bu kitapta 1. Ulusal Kadın Kongresi çerçevesinde yer alan oturumlardaki konuşmalara yer verilmiştir. Eğitim ve kültür alanında kadın sorunları, sağlık alanında kadın sorunları, hukuksal alanda kadın sorunları, ekonomik alanda kadın ve istihdam sorunları gibi başlıklar altında uzman kişilerce yapılan konuşmalar yer verişmiştir. Burada uzman kişilerin konuşmalarında dikkat çeken ve Feminist terapi ile ilgili olduğu düşünülen bir konuşmaya yer verilmiştir. Doç Dr. Türkel Minibaş yaptığı konuşmada şöyle demektedir: “ İster kadın ister erkek olalım kadın denince çoğumuzun aklına kirpiklerini kırpıştırdığında ya da saçını şöyle bir savurduğunda yürekler yakan, aşkın yolunu midede yakalayan, kendi türünü devam ettirmek gibi ulvi bir görevi olan yaratıklar geliyor. Gazete manşetlerinden televizyon dizilerine, radyodan dergilere kadar tüm yayın organlarınca bu imaj hafızamıza nakşettirilir. Sonuçta, bu kadının asli görevi iyi bir eş ve anne olmakla sınırlıdır. Dolayısıyla üretimdeki yeri de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Daha doğum öncesinden başlayan rol ayrımıyla, kimin kara verici, kimin uygulayıcı olacağına, ya da kimin neyi üretip tüketeceğini belirleriz. Doğum öncesinde erkek çocuğa mavi, kız çocuğuna pembe şeklinde giyisilerle yapılan ayrım; giderek erkek çocuğuna top, tüfek, araba; kız çocuğuna bebek, mutfak takımı şeklinde oyuncaklara yansır. Özetle çocuklarımız doğmadan yarının kadını üretime girdi sağlamak üzere bebekler üreten; kendisi üretimde yer aldığında ise yardımcı aile efradı olarak ucuz iş gücü; ya da hemşire, hastabakıcı, doktor ve öğretmen gibi hayır ve şefkat mesleklerini tercih etmeye baştan koşullandırırız. Çok alışagelmiş bir tanıma göre, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri: ülkenin üretim ve tüketim düzeyini göstermesi açısında çöp tenekelerine göre, kültür düzeyini göstermesi açısından kaldırımlarının yüksekliğine, toplumun değerler sistemini göstermesi açısından kadın konumuna göre belirlenir.

Eğer kadının işlevlerini, daha baştan sadece iyi bir eş ve anne olmakla sınırlandırıyorsak, üretimdeki yeri de işgücüne emek arz etmekle sınırlı kalacaktır.

Bugün Türkiye’de ister ücretli, olsun, ister ücretsiz olsun çok ufak bir azınlık hariç bütün kadınlar emekleriyle bunu yaşama geçirme biçimleriyle bağımlıdırlar. Evleninceye kadar baba ve ağabeyi evlendikten sonra kocanın, daha sonra erkek çocuğun yönlendirmesine göre yaşarlar. Neyin giyileceğinden, hangi yemeğin pişirileceğine, hangi işte, hangi ücretle, kaç saat çalışılacağından hangi partiye oy verileceğine kadar yaşamı biçimlendiren tüm kararları onlar verirler” (Minibaş, 1991).

Cinsel Taciz ve Travma: Eleştirel bir Deneyim Aktarımı

Metin kadına yönelik cinsel tacizin, kadın kimliği ile ilişik toplumsal pratiklerini tartışırken, aynı zamanda da psikoloji disiplininin konuyu değerlendirme, tartışma ve tedavi önerilerine yönelik eleştirel alt okuma sunmaktadır. Temel amacı, ataerkil dünya sisteminin psikoloji disiplini içindeki hareket alanlarını sorgulamak ve disiplinin ataerkil sistemle işbirliğini anlamaya yönelik akıl yürütme girişimlerimize feminist bakış duyarlılığı kazandırmaktır. Bu amaçla, oluşturulan eleştirel zeminin ardından, cinsel taciz olgusunun psikoloji disiplini içindeki tartışmasında farklı bağlamlar bilinci oluşturmaya çalışan feminist terapi önermelerini incelenmiştir. Kadının toplum içindeki varoluşunu dikkate alan feminist terapi yaklaşımı cinsel tacizi bir deneyim olarak yok saymadan alternatif terapi planı sunmaktadır.

Cinsel taciz deneyimi yaşamış, psikolojik danışmanlık arayan kadınlar için feminist terapi perspektifi 2 aşamalı plan sunulur. İlk aşama kültürel analiz içeren değerlendirme aşamasıdır. Bu aşamada kültürde yer alan cinsel taciz ile ilgili yerleşik mitler sorgulanır. Süreç içersindeki diğer aşama ise feminist yönelimli güçlendirme modelinin uygulanışıdır. Taciz öncesi dönemde oluşmuş ve tacizi anlamlandırmak için kullanılan bilişler değerlendirildikten sonra, taciz olayının kendisinin konu olduğu süreç başlar. Bu aşamada kadının kendini suçlamaları üzerinde durulur.

Feminist terapi süreci, sosyal ve kültürel bakış açısının değişimi ve kimliğin yeniden yapılandırılmasıyla sonuçlanır. Sosyal dönüşümü makro düzeyden mikro düzeye kadar inen devamlı ve aralıksız bütün olarak kabul etmemiz koşuluyla, terapi sonlandığında kayıp artık kadının değil, ataerkil sistemin kaybıdır.

Türkiye’de Kadının Durumu adlı rapor

Anayasa, Türk Medeni Kanunu, Aile Mahkemeleri, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, İş Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu’ nda kadın-erkek eşitliğini gözeten ve kadının lehinde oluşturulan yasal düzenlemelere yer verilmiştir.

Ayrıca Personel alımlarında cinsiyet ayrımcılığı yapılmamasına ilişkin “Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi” konulu Başbakanlık Genelgesi , “Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik” ,“Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik” ,Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi amacıyla 2005 yılında oluşturulan TBMM Araştırma Komisyonu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülen Raporunu takiben, kadın erkek eşitliği, kadının insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, toplumsal yaşamın her alanında kadının konumunun güçlendirilmesi ile kadına yönelik şiddetin önlenmesinin devlet politikası haline getirilmesinin açık göstergesi olan Başbakanlık Genelgesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun kurulmasına ilişkin Kanun, “Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması” konulu Başbakanlık Genelgesi diğer yasal düzenlemelerdendir.

Feminist Psikoterapi panel özeti

            Feminist psikoterapiler, temel psikoloji kuramlarını eleştirirken farklı yöntemleri, özellikle bilinç yükseltme gruplarını da keşfetmiştir. Bugün hakkında yığınla delil birikmiş olarak, aile içi ilişkilerde, cinsiyete göre rol ayrımının tüm kadınlara iyi gelmediğini ve cinsiyetçi rollere dayanan ayrımcılığın ve onun normalize ettiği ailede var olan her boyutu ile şiddeti görünür olmasını sağlamıştır. Geleneksel kadınlık rolünün kadınların ruh sağlığına iyi gelmediği tersine depresyondan, kaygıya, ağrıdan, bayılmaya pek çok zorluğu neden olabildiği kanıtlarla su yüzüne çıkarmıştır. Kadınların kendi ilgi, istek ve ihtiyaçlarını tanımlamasına özgürlük veren bu anlayışta diğer alanlarda olduğu gibi kadın cinselliğine kadın bakış açısından kadınların ihtiyacı, isteği ve doyumu açısından yeniden tanımlanmasının yolunu açmıştır.

Türkiye’ de Kadın Sorununa Duyarlı Terapinin İlkeleri Nelerdir?

Bugün Türkiye’de dünya istatistikleriyle örtüşen bir biçimde terapiye giden popülasyonun çok büyük bir kısmını kadınlar oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalar Türk erkeklerinin % 30’unun eşlerini dövdüklerini göstermektedir(Kolektif, 1990). Her kadın terapiye tabi ki kadınlık durumunun yarattığı sıkıntılarla gitmez; ama kadınlık durumunun yarattığı sıkıntılarla bağlantılı olarak yaşanan somatizasyon, depresyon, anksiyete ya da şiddete bağlı olarak ortaya çıkan Travma Sonrası Stres Bozukluğu ile terapötik yardım almayı arzulayan bir kadın karşısında terapinin ve terapistin duruşunun ne olacağı önemlidir.

Kuramı eleştirel okumak Leyla Navaro’nun değişiyle kuramlardaki anne suçlamasını sorgulamak anlamına da gelir. Erkek merkezli bir bakışla şekillenen bu kuramlar kişinin gelişimi sürecinden sadece anneyi sorumlu tutar ve her şeyi annenin yaptıkları ve yapmadıkları ile açıklar. Oysa Navaro babanın eksikliğinin çoğu terapistin gözünden kaçtığını vurgular. Cinsiyet rolleri ile ilgili stereotipik bakış, görüşümüzü sakatlar.

Kaan Kora ve Şahika Yüksel kadınların yaşadığı şiddetle başa çıkma yollarından en belirgin olanlarının şiddeti inkar etmek ve görmezden gelmek ya da sevgi, yakınlık, koruma ya da kıskançlık olarak tanımlayarak akılcılaştırmak olduğunu söylemektedirler. Bu doğrultuda, Kaan Kora halen kadınların yaşadıkları psikolojik sıkıntıları şiddet yaşantıları ile ilişkilendirerek terapiye gelmediklerini söylemektedir. Kora’ya göre: “Mor Çatı şiddeti görünür kıldı, ama kadınlar kendi semptomlarını hala şiddete bağlamıyorlar.” Bu çerçevede kadın sorununa duyarlı bir terapi süreci, kadınlar hem bir yüzleşme ve hem de bir ilişkilendirme sürecidir.

Şahika Yüksel “Türkiye’de aynen batıda olduğu gibi psikiyatri organik psikiyatrinin salt medikal bakışının hakimiyetine giriyor ve psikiyatri hızla psikoterapiden uzaklaşıyor” demektedir. Navaro da ilaç endüstrisinin her şeyi, hatta menopoz gibi kadının doğal dönemlerini bile kolaylıkla bir hastalığa dönüştürdüğünü ve kadınları ilaç endüstrinin en baş müşterileri haline getirdiğini savunmakta ve ilaç endüstrisine ve salt medikal bakışa eleştirel baktığını dile getirmektedir.

Şahika Yüksel üst sınıf ve orta sınıf kadına oranla alt sınıf kadının daha güçlü olarak bile tarif edilebileceğini söylemektedir. Benzer biçimde Leyla Navaro da “fazla korunmuşluk kadını mahvediyor” der. Sırça fanusta büyüyen orta ve üst sınıf eğitimli kadın beklentilerimizin tersine değişime direnç duymakta, çünkü yüzleşmediği hayatın zorlukları karşısında daha çok korkmaktadır.

Türkiye’ de Feminist Kuram ve Kuramın Temel Kavramları ile İlişkili Kitap ve Edebi Metinler

Cumhuriyet Devri Türk Romanında KADIN

Namık Kemal’ den itibaren romancılarımız kadının aile ve cemiyet hayatındaki rolü üzerinde ısrarla durmuşlardır. İlk Tanzimat neslinde kadına verilen rol ailenin huzur ve saadetini temin ve çocuklarını iyi yetiştirmekten ibaret olarak görünür. Ancak 1890’ lara gelindiğinde, kadınlarımıza, gerek aile içinde, gerekse cemiyet hayatında daha faal, daha mühim yer almak arzu ve iddiaları baş göstermiştir. Boynu bükük cariye tipi hayatta olduğu gibi romanda yavaş yavaş hayattan çekilmeye başlar.

Türk kadınlarının iş ve meslek sahibi olmaları, cemiyete yön verecek mevkiye yükselmeleri, II. Meşrutiyet devrinde başlamış ve bu manada aslı gelişme Cumhuriyet devrinde gerçekleşmiştir. Bizde roman, Cumhuriyet devri de dahil olmak üzere, cemiyete yön vermek için vasıta kullanılmıştır. Kadın meselesi de, romanlarımızda kadının tahsil ve terbiyece gelişmesini hedef almıştır. Bu itibarla, roman kahramanları gerçek hayattaki hemcinslerine bir rehber vazifesi görülmüştür.

Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanında Feride karakteri

Feride ile Çalıkuşu adlı romanda yeni nesli yetiştirecek öğretmen tipinin ana çizgilerini vermek istemiştir. Yeni nesil hem milli ve mahalli renklerini muhafaza edecek, hem de Batı medeniyetine uyum sağlayacaktır. Anadolu’yu aydınlatacak geri kalmışlıktan kurtaracaktır. Bu bakımdan Feride dikkatle seçilmiştir.

Notre Dome de Sion mezunu bir İstanbul kızı olan Feride demokrat ruhlu bir kızdır. Çocukluğundan itibaren halktan insanlarla, fukara çocuklarıyla arkadaşlık etmekte aristokratik bir havası olan aile muhitine isyan manası taşıyan davranışlar sergilemektedir. Bu sebeple kuzenlerinin hatta evdeki hizmetkârların eleştirilerine hedef olmaktadır.

Reşat Nuri Güntekin, bu romanda, Anadolu’ ya ışık götürmek gayesi ile öğretmenlik mesleğini seçen genç kızları bekleyen tehlikeleri, problemler, göz önüne sererken; bunların sabır ve gayretle, azim ve iradeyle aşılabileceğini; Feride’nin Anadolu macerası vasıtasıyla ifade etmiştir. Çalışkuşu romanı, yeni nesilleri yetiştirmek için idealist olan öğretmenler için başvuru kitabı, Feride ise ideal kabul edilmiştir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanında Selma karakteri

Romanın başında Selma, cemiyet hayatına bir erkeğin himayesinde girmeye çalışan; kocasından sevgi, şefkat görmek isteyen bir kadın tipini temsil etmektedir. İstanbul’ dan Ankara’ ya geldiğinde, bu bakımsız Anadolu şehrine ve orada yaşayan insanlara nefret ve tiksinti duymaktadır. Batı kültürü alarak yetişmiş, yabancı dil bilen, zeki, kültürlü, güzel, zarif bir İstanbul kızı olan Selma’nın mebus Murat Bey’in Etlik’ teki bağ evine gidişleri hayatının dönüm noktalarından biri olur. Zira genç kadın orada Binbaşı Hakkı Bey ile tanışır. Gerek Hakkı Bey’in İstiklal Harbi’nin kahramanı, vatansever bir Türk zabiti olması, gerekse onunla çıktığı at gezintilerinde Mustafa Kemal Paşa’yı görmesi genç kadın adeta yeniden doğuş hükmündedir. Artık Selma bu mukaddes mücadelenin bir parçası olmuştur. Selma cepheden dönüşte, savaşın bitmesiyle Miralay Hakkı Bey ile evlenir. Fakat daha sonra Selma’ nın hayranlık duyduğu, aşık olduğu Miralay Hakkı Bey, sivil hayatında o eski vatansever asker hüviyetinden ayrılmıştır. Hükümetten ihale kapmak için uğraşan yerli yabancı şirketlerin komisyonculuğunua soyunmuştur. Selma’nın bu devrede bütün meşgalesi evinde çaylar, yemekler düzenlemek, balolarda şıklık ve zarafetiyle kocasının sosyetedeki itibarını artırmaktır. Selma bu dönemde kendini, kocasının hayatında süs eşyasından farkı kalmadığını düşünmeye başlar. Selma kocasına bir gün “Çalışmak istiyorum, hayatımı kazanmak için değil, bir şeye yaramak için” der. İşte bu noktada Selma Cumhuriyet inkılabının ideal kadını hüviyetine kavuşur. Romanın 3. bölümü için Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir not düşmüştür. Bu bölümde Selma’yı bir kız enstitüsünün müdiriyesi olarak görülür(Haser, 2002). Burada Selma’ nın kocasının hayatında bir süs eşyası olmak yerine çalışmak istemesiyle Feminist Kuram’ ın toplumsal cinsiyet kavramı arasında bağ kurulabilir.

Feminist Kuram’ın Türk Atasözlerinde, Halk Deyişlerinde, Günlük Yaşamdaki Yansımaları

Türk Atasözleri ve Deyimlerinde “KADIN”

Türk atasözleri ve deyimlerinin muhteva analizi yapılacak olursa çok büyük bir kısmı kadın, aile ve akrabalık ilişkilerini ifade etmeye yönelik olduğu görülür.

Genellikle kız çocukları için erken yaşta evlilik teşvik edilir, fakat evlilik konusundaki kararın aceleye getirilmesi de istenmez. Erken evlilik konusunda “Onbeşinde kız ya erdedir, ya yerde” atasözü dile getirilmektedir.

Türkiye’ de özellikle kızların evlenme kararında ailenin etkisi erkeklere göre daha fazla olmaktadır. Konu ile ilgili atasözlerinden şu dikkat çeker:

*Kız kendi havasına bırakırlarsa ya davulcuya varır, ya zurnacıya

Türk atasözleri ve deyimlerinde anne, baba, kız ve erkek çocuklar üzerinde ayrı ayrı durulmaktadır. Ailede en büyük rol kadına verilir, kadın ön plana çıkmaktadır. Çünkü evi yuva haline getiren, aileyi birbirine bağlayan kadındır.

*Evi ev eden avrat (kadın), yurdu şen eden devlet

*Kadın erkeğin eşi, evin güneşidir

*Kadınsız ev olmaz

Buna karşılık bazı atasözlerinde kadınların statüsünün düşük olduğu vurgulanmaktadır:

*Kadını sırdaş eden esrara tellal aramaz

*Avradın kazdığı kuyudan su çıkmaz

*Kadının saçı uzun olur, aklı kısa

*Kadının şerri şeytanın şerrine eşittir.

*Avrattan vefa, zehirden şifa

*Dünyaya güvenme, karıya güvenme

*At ile avrada inan olmaz

*İtte vefa olur, avratta vefa olmaz

*Kırk yılda bir karı sözü dinlenmeli

*Kadının yüz lafından biri dinlenmeli

*Er kocarsa koç, karı kocarsa hiç olur

*Gökyüzünde düğün var desen merdiven kurmaya kalkarlar

Kadının en önemli statüsü anneliğidir. Ailenin önemli sosyal fonksiyonlarında biri üyelerine birincil grup tatmini sağlamasıdır.  Bununda büyük kısmını annelik rolü ile kadın yerine getirmektedir:

 *Evladı olmayan da merhamet olmaz.

*Çocuksuz kadın meyvesiz ağaç gibidir.

*Oğlanı kızı olmayan avrattan, eski hasır yeğdir

Çocuklar içinde kız çocuğunun değeri düşüktür, çünkü ele gidecektir. Erkek çocuğun değeri yüksektir, çünkü ondan beklentiler çoktur; hem baba adını, soyunu ve ocağını sürdürecek, hem de anne babaya statü kazandıracaktır. Fakat bu büyük kentlerde kız erkek ayrımı yapılmadan çocuğun aile bağlarını güçlendirici fonksiyonu köylere göre daha çok vurgulanmaktadır. Şu atasözlerinde kız ve erkek çocuğun değeri işlenmiştir:

*Kız yükü, tuz yükü

*Kız doğuran tez kocar

*Oğlan doğuran öğünsün, kız doğuran döğünsün

*Oğlanı her kan doğurmaz, er karı doğurur

*Oğlandır oktur, her evde yoktur

Aile içi ilişkilerde karşılıklı sevgi ve saygıdan, işbölümü doğan işbirliği ve dayanışma istenir. Fakat şu atasözlerinde kadından ve çocuktan itaat beklenir:

*Anasını babasını dinlemeyen evlat, kocasını saymayan avrat, üvendere ile yürümeyen atı kapında tutma hiç, durma sat

*Buyurmadan tutan evlat, çağırmadan kalkan avrat, orada olur devlet (Ergan, 2002).

Kadın ailenin devamı için gereken sorumlulukları taşımalı, evin düzeni, temziliği, çocukların bakımı ve mutfak işlerinde becerikl, marifetli olmalıdır. “Kadın eli kaşık sapından kararır.”, “kadını hamarat eden ateştir.”, “avrat var arpa unundan aş yapar, avrat var buğday unundan keş yapar.” Atasözleri kadının bu rollerine işaret eder. Ayrıca kadın tembel olmamalıdır. Çünkü “arpadan sonra ekilen darıdan, erinden sonra kalkan karıdan hayır gelmez”, “kesmez bıçak ele yüğrek, tembel karı dile yüğrektir”. Kadın tutumlu olmalı, harcamayı bilmelidir, kazanıp getiren erkektir fakat hesapsız harcayan kadın aileyi dara düşürür, çünkü “erkek sel, kadın göl” (Duvarcı, 2002).

YAKLAŞIMLA İLİŞKİLİ OLAN BAZI VAKIF, DERNEK, KURUM VE KURULUŞLAR

Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı (1990)

Kadın hareketlerinde 1987 yılının ayrı bir önemi var. Türkiye’de kadınların erkek şiddetine karşı ilk başkaldırısı bir grup feminisit tarafından bu yıl içinde örgütlendi. Çankırı’ da bir yargıç, “kadının sırtından sopatı, karnından sıpayı eksik etmemek gerekir” diyerek bir kadının boşanma talebini reddetmişti. Bu karar bir dizi eylemin de başlangıcı oldu. Dayağa Karşı Kadın Dayanışması adı altında Türkiye’de egemen zihniyeti derinden sarsan eylemler gündeme getirildi. Aynı yıl Cağaloğlu’nda Geçici Modern Kadın Müzesi açıldı ve kadın tanıklıklarına dayalı, kollektif olarak hazırlanan “Bağır! Herkes Duysun!” kitabı yayımlandı.[1]

Eylemlerin habercisi 80’li yılların başında kadınların ilk kez feminist talepler etrafında biraraya gelişleridir. 1981-84 yılları arasındaki dönemde Yazko bünyesinde kadınlar feminizmi tartışırlar, Somut dergisi için bir sayfa hazırlanır. 1984 yılının Nisan ayında Kadın Çevresi kurulur ve feminist yazarların kitapları Türkçeye kazandırılır. Ve ardından kampanyalar başlar. 1986 Mart ayında BM’nin kadınlara karşı ayrımcılıkla ilgili sözleşmesinin Türkiye tarafından imzalanması yönünde kadınların açtıkları kampanya, 1989’da Mor İğne Kampanyası, 1990’da Bedenimiz Bizimdir ve boşanma eylemleri, tabi ki Dayağa Karşı Kadın Dayanışması Kampanyası kadın kurtuluşu için mücadelenin o dönemdeki yapı taşlarını oluşturdular.Bir süre sonra dayanışma ağlarının da yetmediği anlaşıldı ve aile içindeki şiddete karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak amacıyla 1990’da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı; kadınlara karşı şiddetin önlenmesi için çalışmalar yapan, aile içi şiddete uğramış kadınlara psikolojik ve hukukî destek veren ve barınak sağlayan bir sivil toplum örgütü. Vakıf adında ve kampanyalarda kullanılan mor renk, şiddet sonucu meydana gelen yaralanmaları vurgulaması için tercih edilmiştir (http://www.morcati.org.tr, t.y.).

Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (1990)

14 Nisan 1990 yılında “kadınların geçmişini iyi tanımak, toplanan bilgileri kadın araştırmacılarına derli toplu bir şekilde sunmak ve bugünün yazılı belgelerini gelecek nesiller için saklamak” amacıyla kurulan Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tahsis ettiği Fener’deki tarihi binada çalışmalarını sürdürmektedir. Kurucu üyeleri, Doç. Dr. Füsun Akatlı, Prof. Dr. Jale Baysal, Aslı Davaz, Doç. Dr. Şirin Tekeli’den oluşmaktadır.

Hizmete açıldığı tarihte raflarında 100 kadar kitap bulunan kütüphanede, yıllar içinde kadınlar tarafından ya da kadınlar hakkında yazılan binlerce kitap, yüzlerce süreli yayın ve onbinlerce kupür, makale ve belgeden oluşan koleksiyonlar okura sunulabilir hale gelmiştir.
Kuruluşundan bu yana her yıl kadın konulu bir ajanda yayımlayan Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın kitapları arasında şunlar sayılabilir: Kadınların Belleği – Women’s Memory (Ekim 1992), Eski Harfli Türkçe Kadın Dergileri Bibliyografyası 1869- 1927 (Nisan 1993), Kadın Hareketinin Kurumlaşması ve Aşk-ı Vatan (1994), Hanımlar Alemi’nden Roza’ya 1928-1996 Kadın Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1998), Kadın Yazıları Başlıklı Edebiyat Ürünleri Bibliyografyası 1955-1990 (1990) (www.metiskitap.com, t.y.).

Kadın Dayanışma Vakfı (1993)

Kadın Dayanışma Vakfı, Mayıs 1993’te kurulmuş olan bir sivil toplum örgütüdür. Vakfın kökeni 1987 yılında bir grup aktivist kadın tarafından oluşturulmuş olan “Kadın Tartışma Grubu”na dayanmaktadır. Vakfın resmen kurulmasından önce, Ekim 1991’de, Ankara’da Altındağ Belediyesi ile işbirliği çerçevesinde bir Kadın Danışma Merkezi açılmıştır. Bu, Türkiye’de kadın kuruluşlarının bir yerel yönetimle ilk işbirliği deneyimini oluşturmaktadır. O tarihten itibaren, bir kadın kuruluşu olarak Vakıf, ülkedeki birçok ilke imza atmıştır. 1993 yılında Altındağ Belediyesi işbirliği ile açılan Türkiye’nin ilk bağımsız Kadın Sığınağı da bunlardan biridir.

Kadın Dayanışma Vakfı, kadın dayanışması yoluyla, kadına yönelik her türlü şiddet, özellikle aile içi şiddetle mücadele etmeyi amaçlayan bağımsız bir kuruluştur.  Vakıf, kamuoyuna ve medyaya yönelik çalışmaları ile kadının insan hakları konusunda baskı oluşturarak, kadına yönelik şiddetin meşruiyetini sona erdirme yönünde toplumsal değişime katkıda bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli eğitim programlarıyla aile içinde kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda, Danışma Merkezine gelen kadınlara, Vakıf gönüllülerine ve meslek elemanlarına yönelik bilinç yükseltme çalışmaları yapmaktadır.

Vakıf, çeşitli kurum, kuruluş ve bireylerden sağlanan bağışlar ve üye katkılarıyla parasal kaynak yaratmakta, gönüllü çalışanların destekleriyle varlığını sürdürmekte;  aile içinde kadına yönelik şiddete ilişkin kamuoyunu bilgilendirme, lobicilik ve savunu faaliyetlerini yürütmektedir (www.kadindayanismavakfi.org.tr, t.y.)

Mavi Kalem Derneği (2000)

Mavi Kalem Derneği Körfez depremi sonrasında bir grup gönüllü tarafından 2000 yılında kurulmuştur. 2000-2002 yıllarında Batman’dan Tekirdağ’a farklı illerde diğer Sivil Toplum Kuruluşlarıyla ortak projeler yürütülmüştür. 2002 yılından bu yana ofisi Fener-Balat’ta bulunmaktadır. Çocuklar, gençler ve kadınlar öncelikli çalışma grupları arasında olan Mavi Kalem projelerinde, çalışma grubunun projenin uygulanmasına ve geliştirilmesine katılımı ise öncelikli kuralıdır. Mavi Kalem çocuklar ve gençlerle; eğitim ve kişisel gelişim, sağlık, gönüllülük ve aktivizm konularında projeler yapmaktadır. Çocukların ve gençlerin farklılıklara ve yeni fırsatlara açık ve ulaşılabilir yaşaması için destek verilmektedir. Kadınlarla ise şiddet, kişisel gelişim, kadın sağlığı ve sağlık hakları konularında projeler gerçekleştirilmektedir. Kadınların güçlenmesi, sosyalleşmesi, yaşadıkları sorunlara çözümler üretebilmelerine destek olmaya çalışılmaktadır (http://www.mavikalem.org).

Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Vakfı (1993)

Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı, 1993 yılında Türkiye’de kurulmuş bağımsız bir sivil toplum örgütü, bir kadın ve insan hakları örgütüdür. Amacı hem ulusal hem de uluslararası düzeylerde, kadınların demokratik, eşitlikçi ve barışçı bir toplum düzeninin kurulması ve korunması sürecine özgür bireyler ve eşit yurttaşlar olarak etkin ve yaygın katılımını desteklemektir.

Kadınların insan hakları konusunda yaşanan sorunları ve olası çözümleri araştırma, ulusal ve uluslararası düzeylerdeki karar mekanizmalarını etkileme, kadınların insan hakları konusunda ulusal ve uluslararası eğitim programları geliştirmek ve uygulama, kadın girişimlerine yönelik, örgütlenmeyi ve cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkabilmeyi destekleyecek yayın ve araçlar hazırlama, Türkiye’de ve tüm dünyada demokrasi, kadın ve insan hakları konusunda çalışan sivil toplum örgütleri arasında etkin dayanışma ağları kurulmasına katkıda bulunma gibi konularda çalışmalar yürüten bir vakıftır.

Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı, çalışmaları ve programlarıyla toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal adalet alanlarında sağlanan ilerlemelere yaptığı katkılar nedeniyle Uluslararası Kadın Kalkınma Örgütü’nün (AWID) 1999 Öncü Çözümler Ödülü’nü almıştır (http://www.kadinininsanhaklari.org, t.y.).

Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği (1996)

Uçan Süpürge 1996 yılında Ankara’da bir grup kadın tarafından kurulmuştur. Kuruluş amacı; kadın kuruluşları ve kadın hareketine duyarlı kişiler arasında iletişim, işbirliği ve dayanışmayı arttırmak, onların deneyimlerini genç kuşaklara aktarmak, ulusal ve uluslararası bir iletişim ağı oluşturmaktır.

Uçan Süpürge kendini en geniş anlamıyla bir ‘iletişim merkezi’ olarak tanımlamış; toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadınların güçlenmesi ve eşitsizlikten kaynaklı sorunların çözümüne katkıda bulunmayı hedefleri arasına koymuştur.

Uçan Süpürge, yerel ve uluslararası ağlarını her yıl geliştirmekte, Türkiye’de ve dünyadaki kadın gündemini takip etmekte, kadınların- kadın emeğinin ve kadın sorunlarının görünür olması için tüm iletişim kanallarını etkin biçimde kullanmakta, kadının insan haklarının içselleştirilmesi için çalışmalar yapmakta ve faaliyetlerini Türkiye’nin tamamına yaymaktadır (www.ucansupurge.org, t.y)

KAYNAKÇA

Bal, U. (2010). Anksiyete Bozukluklarında Cinsiyete Göre Semptom Farklılıkları. Uzmanlık Tezi. Adana: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiatri Anabilim Dalı.

Çak-Ersoy, Ş. (2010). Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm Kuramına Göre Türkiye’deki Reklam Filmleri ve Popüler Müzik Videoları. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi; 4: 101-111.

Çilingiroğlu, N. (2001). Türkiye’ de Akademik Düzeyde Kadına Yönelik Kurumsallaşma. Toplum Hekimliği Bülteni.

Çimen, L. (2008). Türk Töresinde Kadın ve Aile. IQ Kültür Sanat Yayıncılık: İstanbul.

Doğan, O. ve Kocacık, F. (2006). Ruh Sağlığı ve Bozukluklarının Sosyolojisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi; 7:109-120.

Doğrusöz, M. (t.y.). Türkiye’ de Kadın Sorununa Duyarlı Terapinin İlkeleri Nelerdir? http://mahandogrusoz.com/denemeler-essays/turkiyede-kadin-sorununa-duyarli-terapinin-ilkeleri-nelerdir/ adresinden 28.04.2012 tarihinde erişildi.

Duvarcı, A. (2002). Türk Atasözlerinde Kadın Kavramının Değerlendirilmesi; I. Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı; 12-14 Ekim 2001; Ankara.

Ergan, N. G (2002). Türk Atasözleri ve Deyimlerinde “Kadın”; I. Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı; 12-14 Ekim 2001; Ankara.

Eyüpoğlu, H. (2008). Cinsel Taciz ve Travma: Eleştirel bir Deneyim Aktarımı. Eleştirel Psikoloji Bülteni;1.

Güldü, Ö. ve Ersoy-Kart, M. (tarihsiz). Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Siyasal Tutumlar: Sosyal Psikolojik Bir Değerlendirme. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi ; 64-3.

Haser, M. (2002). Cumhuriyet Devri Türk Romanında Kadın. I. Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı; 12-14 Ekim 2001; Ankara.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, (2012). Türkiye’ de Kadının Durumu; Ankara.

Kardam, N. (2003). Kadının İnsan Hakları Eğitimi Programı Değerlendirme Raporu. Kadının İnsan Hakları- Yeni Çözümler Vakfı; 1995-2003; İstanbul.

Minibaş, T. (1991). Ekonomik Alanda Kadın ve İstihdam Sorunları. I. Ulusal Kadın Kongresi; 6-7 Kasım 1991; İstanbul.

Polat-Uluocak, G. Ve Bulut, I. (2011). Aile Terapilerinin Feminist Teori Açısından İncelenmesi. Aile ve Toplum Dergisi; 24(7): 9-25.

Sezgin, U. (2003). Travma Yaşantısı Olan Kadınlarda Grup Psikoterapisinin Etkililiği . Nöropsikiatri Arşivi; 40(3-4):53-63.

Tüğen, K., Özen, A. (2008). Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme Anlayışı. Maliye Dergisi; 10: 1-11.

Türkiye’ de Bilim ve Kadın” Çalıştayı Bildirileri, (2007). Anadolu Üniversiyesi Yayınları: Eskişehir.

Yüksel, Ş. (2011). Feminist Psikoterapi. 47. Ulusal Psikiyatri Kongresi Panel Özetleri; 26-30 Ekim 2011; Antalya.

http://www.kadindayanismavakfi.org.tr/tarihce Erişim Tarihi: 11.05.2012

http://www.morcati.org.tr/tr/sayfa/11/Oykumuz.html Erişim Tarihi: 11.05.2012

http://www.metiskitap.com/Metis/Catalog/Author/1152 Erişim Tarihi: 11.05.2012

http://www.pdrciyiz.biz/kadinlarla-iletisim-kurma-yollari-t3666.html Erişim Tarihi: 28.04.2012

http://www.mavikalem.org/hakkimizda.aspx Erişim Tarihi: 11.05.2012

http://www.kadinininsanhaklari.org/biz_kimiz.php  Erişim Tarihi: 11.05.2012

http://www.ucansupurge.org/turkce/index2.php?Id=39 Erişim Tarihi: 11.05.2012

 

Bu yazı Genel, Psikoloji-Psikolojik Danışma içinde yayınlandı ve olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1 Responses to Feminist Yaklaşım

  1. Aşkay Nur dedi ki:

    Çalışmanızı çok beğendim. Ellerinize sağlık. Çok güzel bir derleme yapmışsınız..

Aşkay Nur için bir cevap yazın Cevabı iptal et